20 Mayıs 2013 Pazartesi

XV. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI

A)GENEL ÖZELLİKLERİ
15. yüzyıl, Tük edebiyatının çeşitli alanlarda çok önemli gelişmeler gösterdiği bir dönemdir. Divan edebiyatı, bu dönemde Şeyhi, Ahmet Paşa, Necati gibi büyük şairlerle Anadolu’da kuruluşunu tamamlamıştır. Orta Asya’da gelişen Klasik Çağatay edebiyatı ise eşsiz şair Ali Şir Nevai ile en yüksek aşamasına varmıştır.  Bir başka gelişme ise, bu yüzyılın ortalarında “Dede Korkut Hikâyeleri”nin yazıya geçirilmesidir. 13. ve 14. yüzyıllarda başlayan İran edebiyatının ünlü şairlerinin (Nizami, Selman, Sadi, Hafız, F. Atar, Senai…) Türk şairleri üzerindeki etkisi bu yüzyılda da devam etmiştir
DİVAN EDEBİYATI'NIN ÖZELLİKLERİ1. Nazım birimi genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye egemendir.
2. Nazım ölçüsü “aruz“dur.
3. Dili Arapca, Farsça, Türkçe karışımı olan Osmanlıca”dır.
4. Şiirlerde tam ve zengin uyak kullanılmıştır.
5. Şiirlerin konuyu içeren başlıkları olmadığı için nazım biçimlerine göre adlandırılmışlardır.
6. Klişe bir edebiyattır. Duygu ve düşünceler değişmez sözlerle (Mazmun) anlatılır.
7. Anlatılan şey değil, anlatış biçimi ön plandadır.
8. Soyut bir edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı ele alınmıştır.
9. Aydın zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü hakimdir. Genellikle saraya ve çevresine seslenir.
10. Sanatlara bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç durumuna gelmiştir.
11. Ulusal bir edebiyat olmayıp dinin etkisiyle şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının etkisi çok fazladır.
12. Şiirde daha çok aşk, sevgili, içki, din ve kadercilik gibi konular işlenmiştir.
13. Nazım ön planda tutulmuş, nesre pek az yer verilmiştir.
14. Nesir alanında tezkireler (edebiyat tarihi görevini gören biyografik eser), münşeatlar (mektuplar), tarihler, dini metinler ve nasihatnamelere de rastlanmaktadır. Bunlarda da sanat yapma amacı ön plandadır.
15. 13.yüzyılda gelişmeye başlamış 16. ve 17. yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış, 19.yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür.



B)MANZUM ESERLER
1.ALİ ŞİR NEVAİ
Ali Şîr Nevâî, Türkçeyi yüksek bir sanat dili halinde işlemeye çalışan, bu görüşü savunan ve Türk diline değer kazandıran üstün bir bilgin ve devlet adamıdır.
                      GAZEL

Bahar boldu vü gül meyli kılmadı könlüm
Açıldı gonca ve lîkin açılmadı könlüm

Yüzün hayâli bile vâlih erdi andak kim
Bahâr kelgen ü kitkenni bilmedi könlüm

Yüzün nezâresi de mest ü mahv idi yani
Ki gül çağıda zamânî ayılmadı könlüm

Zamane gül-bünide gonca dektür il könlü
Olarga şükr ki bârî katılmadı könlüm

Nevayı gonca tilep könlüm ağzın etti heves
Eğerçi tapmadı lîkin yanılmadı könlüm
Günümüz Türkçesiyle

1.Bahar geldi, fakat gönlüm, güllere ilgi duyup bakmadı.Goncalar açıldı, ama gönlüm açılmadı (sevinç duymadı).
2.Yüzünün hayali ile hayranlıktan öylesine şaşkınlık içindeydim ki, gönlüm baharın gelişini de gidişini de anlayamadı.
3.Gönlüm, yüzünü seyrederken öylesine kendinden geçmiş, perişan haldeydi ki, güllerin açılma çağında (ilk baharda) bile bir anlık da olsa ayılmadı.
4.Elin gönlü zamane fidanında gonca gibidir. Şükürler olsun ki hiç değilse gönlüm onlara katılmadı.
5.Ey Nevâî, gönlüm gonca istediği için sevgilinin goncaya benzeyen ağzını diledi.Gerçi gönlüm bu isteğine ulaşamadı, ama bu arzusunda da yanılmadı.

2.SÜLEYMAN ÇELEBİ
Meşhûr Türkçe “Mevlid” kasîdesinin yazarı. Bursa’da doğdu. Kaynaklarda Süleymân Çelebi’nin doğum târihine dâir bir kayda tesâdüf edilmedi. Ancak, Süleymân Çelebi’nin Mevlid’i 60 yaşında yazdığı ve eserin 1409 (H.812) senesinde bittiği, en eski olarak bilinen nüshasında mevcut bir beyte istinâd etmektedir.1422 (H.825) senesinde vefât ettiği bilindiğine göre, onun 1351 (H.752) senesinde doğduğu neticesi çıkmaktadır
             MEVLİD
Allah âdın zikr edelim evvelâ
Vacib oldur cümle işte her kula
Birdir ol birliğine şek yok dürür
Gerçi yanlış söyleyenler çok dürür
Cümle âlem yok iken ol vâr idi
Yaradılmışdan ğani cebbar idi. 

3.ŞEYHİ
15. yüzyılın büyük divan şâiri, sultân-üş-şuarâ. Asıl adı Yûsuf Sinân olan Şeyhî, Germiyan (Kütahya)lıdır. Asıl mesleği tabîblik olması sebebiyle Hekîm Sinân adıyla şöhret kazanan bu büyük şâir Hacı Bayrâm-ı Velî'ye intisâbı dolayısiyle Şeyhî lakabını almış ve böyle tanınmıştır.

HARNAMEDEN

Bir eşek var idi zaif u nizâr
Yük elinden katı şikeste vü zâr
(zayıf, çelimsiz bir bedbin eşek vardı,
alemin yükünü çekmekten bitkindi gayrı)

Gâh odunda vü gâh suda idi
Dün ü gün kahr ile kısuda idi
(bazen odun, bazen su taşıyordu,
lakin sıkıntıdan çatlıyor,
her daim kahrediyordu kaderine)

Dudağı sarkmış u düşmüş enek
Yorulur arkasına düşse sinek
(dudakları sarkmış, çenesi düşmüştü eşeğin,
kıçına sinek konsa, yara zannediyordu,
yani o derece)

Arkasından alınsa palanı
Sanki it artığıydı kalanı
(yükünü çıkarınca
darası sıfıra tekabül edecekti handiyse he)

Bir gün ıssı eder himâyet ana
Yâni kim gösterir inâyet ana
(bir gün sahabı iyilik etti ona
ve serbest bırakıp saldı çayırlara,
kocaman bayırlara)

Aldı palanını vü saldı ota
Otlayarak biraz yürüdü öte
(yürüyor eşeğimiz)

Gördü otlakda yürür öküzler
Odlu gözler ü gerlü göğüzler
(ah bir de baktı ki eşek, semiz öküz dolu ortalık,
göğüslerini gere gere dolanıyorlar üstelik)

Har-ı miskin eder iken seyrân
Kaldı görüp sığırları hayrân
(takıldı eşek,
baktı durdu sığırlara mel mel)

Ne yular derdi ne gâm-ı palan
Ne yük altında hasta vü nâlân
(öküzlere hasta olan eşek,
amanin dedi:
ne yük, ne de yular dertleri var bu deyyusların)

Acebe kalır ü tekeffür eder
Kendi ahvâlini tasavvur eder
(şaşırıp kendi halini düşündü eşek tabii,
allahın öküzüne bak ulan, dedi içinden)

Ki biriz bunlarunla hilkatde
Elde ayakda şekl ü suretde
(hem bende de aynı kol-bacaktan var ne yani,
vay öküzoğlu öküzler diye sitem etti)

Var idi bir eşek ferâsetli
Hem ulu yollu hem kiyâsetli
(hadiseye muhteşem bir eşek
duhul oldu bu esnada)

Ol ulu katına bu miskîn har
Vardı yüz sürdü dedi ey server
(bizim eşeğin de aklına geldi bu bilge eşek,
hemen davrandı, akıl almak için süründü bilgeye)

Sen eşeksin ne şek hakîm-i ecell
Müşkülüm var keremden itgil hall
(dedi ki: sen müthiş, fevkalade bir eşeksin,
anlatmaya kelime bulamıyorum yani;
n’olur derdime bir çare bul eşekzadem)

4.HACI BAYRAM VELİ

Hacı Bayram-ı Veli, (Ankara1352 - Ankara1429), Türk mutasavvıf ve şair. Safevî Tarikâtıbüyüklerinden Hoca Alâ ad-Dîn Ali Erdebilî’nin talebelerinden olan Şeyh Hâmid Hâmid’ûd-Dîn-i Veli'nin müridi ve Bayramîyye Tarikâtı'nın kurucusudur. Türbesi, Ankara'da Hacı Bayram Câmii'nin bitişiğinde bulunmaktadır.

N’OLDU BU GÖNLÜM


N’oldu bu gönlüm n’oldu bu gönlüm
Derd ü gam ile doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm

Gerçi ki yandı gerçeğe yandı
Rengine aşkın cümle boyandı
Kendide buldu kendide buldu
Matlabını hoş buldu bu gönlüm

Bayramî imdi Bayramî imdi
Bayram edersin yâr ile şimdi
Hamd ü senâlar hamd ü senâlar
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm

C)MENSUR ESERLER
1.DEDE KORKUT HİKAYELERİ
Dede Korkut Hikayeleri ; Büyük Oğuz Destanı’ndan geriye kalan 12 hikayedir. Dede Korkut hikayeleri yazan değil, derleyen kişidir. Bu hikayeler İslamiyet Öncesinden ve İslamiyet Sonrası’ndan izler taşımaktadır. Bu yüzdende İslamiyet Öncesi ve İslamiyet Sonrası arasında bir geçiş destanı işlevi görmektedir.
15. yy’ın sonuyla 16. yy’ın başları arasında yazılan, Anadolu’da yazıya geçirildiği tahmin edilen , yazarı belli olmayan, Oğuz Türkleri’nin düşmanları ve kendi aralarındaki mücadelelerini anlatan destansı hikayelerdir.
Korkut Hikayeleri’nde ahlak ve aile kavramları en önemlisi de bütün dünya destanlarının olmazsa olmazı sayılan kahramanlık teması belirgin şkilde işlenmiştir.

2.KAYGUSUZ ABDAL
Asıl adı Gaybi'dir. Kaygusuz Abdal'ın hayatı hakkında ki bilgilerin çoğu Bektaşi menkıbelerine dayanır. Bu menkıbelerin en tanınmışı onun Abdal Musa'ya bağlanışını anlatan hikayedir: Alaiye (Alanya) beyinin oğlu Gaybi, avlanırken attığı okla bir geyiği koltuğundan vurur. Yaralı geyik kaçar, Gaybi arkasından koşar. Geyik Abdal Musa'nın tekkesine girer, arkasından avcı da girer, dervişlerden geyiği sorar. Dervişler görmediklerini söylerler. Çekişme başlar. Olaya Abdal Musa. karışır ve koltuğu altından kanlı oku çıkararak Gaybi'ye gösterir. Gaybi okunu tanır ve Musa'ya bağlanır. Alanya beyi oğlunu tekkeden kurtarmak ister ama Gaybi, Musa'dan ayrılmaz. Bey, Teke (Antalya) beyine başvurarak oğlunun kurtarılmasını ister. Teke beyinin gönderdiği ordu Musa'ya yenilir, Gaybi tekkede kalır.

Cümle kaplumbağalar 
Kanatlanmış uçmağa 
Kertenkele derilmiş 
Kırım suyun içmeğe 

Bir pire bir med tuzu 
Yüklenmiş gider yola 
Geh at olup yorgalar 
Geh kuş olup uçmağa 

Bir karınca devenin 
Tepmiş oyluğun ezmiş 
Bir budunu götürmüş 
Dönüp ister kaçmağa 

Çekirge buğday ekmiş 
Manisa'nın çayında 
Sivrisinek derilmiş 
Irgat olup içmeğe 

Balıkçıl köprü yapmış 
O çayların birinde 
Yüklü yüklü ördekler 
Gelir andan geçmeğe 

Ergene'nin köprüsü 
Susuzluktan kurumuş 
Edirne'nin minaresi 
Eğilmiş su içmeye 

Kaygusuz'un sözleri 
Hindistan'ın kozları 
Sen de bu yalan ile 
Gidem dersin uçmağ'a

3.ALİ ŞİR NEVAİ

Sadece Çağatay Türkçesinin değil, bütün Türk edebiyatının en büyük  şairi ve fikir adamı olan
Nevaî, bugünküÖzbek edebiyatının kurucusu sayılır.
Herat şehrinde dünyaya gelmiştir. Kaşgarlı Mahmud ile birlikte Türk dünyası içinde en şuurlu Türk
dili bilimcisidir. (Türkolog) O, yaşadığı devirde Türkçenin horlandığını görüp Farsça’ya itibar eden
aydınlara ders verircesine, Farsça’yı iyi bildiği halde Türkçeye sahip çıkmış, Eserlerini Türkçe ile yazmıştır.
Muhakemetü’l‐  Lugateyn (  İki Dilin Karşılaştırılması ) adlı eserinde Farsça ile Türkçenin
karşılaştırmasını yapmış, Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu ileri sürmüştür. Nevaî’nin bu eserinden
başka Türkçe Divan’ı, (dört tane) Türk edebiyatının ilk şuara tezkiresi (şairlerin hayatı) olan Mecalisü’n‐ 
Nefais’i yazmıştır. Bunlardan başkamesnevileri de vardır.

Muhakemetü’l‐ Lugateyn’denÖrnek
(Bugünkü Türkçe ile)
...
Bu iki taifenin genci ihtiyarı, hiç  şüphesiz büyükten küçüğe hepsi arasında karışıp kaynaşma eşit
seviyededir. Aynı derecede, birinin öbürü ile geçimi, konuşması öbürünün diğeri ile sohbeti, alış  verişi
vardır. Fars arasında (Bugünkü İran) eli kalem tutan, bilgili kişiler, düşünür ve ileri görüşlüler daha çoktur.
Türk halkında ise, kendi halinde sıradan kimseler Fars’tan fazladır; fakat Türkler, büyükten küçüğüne,
hizmetçiden beyine kadar Fars dilinden nasiplerini almışlardır. Öyle ki içinde bulundukları vaziyetin
uygunluğu nispetinde konuşabildikleri gibi, bazısı kesinlikle doğru ve güzel olarak da konuşur. Hatta Fars
dili ile parlak şiirler, tatlı sözler ortaya çıkaran Türk şairleri olduğu halde, Fars halkının en aşağısından en
ileri gelenine, ümmisinden bilginime kadar hiçbiri Türk dili ile konuşamaz, söylenilenin mânasını da
anlamaz. Eğer yüzde, belki binde biri bu dili öğrenip bir iki cümle söylese ve herhangi bir kimse işitse onun
Türk olmadığını anlamakla kalmaz, Sart olduğunu da çıkarır. Böylece o konuşan kişi kendi ağzıyla kendi
rezilliğini bizzat tasdik etmiş olur. Türk’ün tabiatının Sart’tan daha uyumlu olmasının yaratılıştan gelen bir
vasıf olduğuna bundan daha şaşırtıcıtanık yoktur ki hiç kimse aksine birimada bulunamaz.

4.SİNAN PAŞA
Divan edebiyatı düzyazı (nesir, inşâ) sanatçısı (Bursa, Edirne 1437 -İstanbul 1486). Asıl adı: Yusuf Sinaneddin. İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Bey’in oğludur. Babasının yolundan gitti, medrese öğrenimiyle müderrislik ve kadılık haklarını kazandı. Edirne’de çalışırken (1470) İstanbul’a çağrılarak Fatih Sultan Mehmet’e musahip ve hoca oldu, vezirlik rütbesi kazandığı için paşa diye anıldı, matematik ve astronomi gibi alanlarda da yetki sahibi olduğu için Hoca Paşa unvanı takıldı. Doğa olayları üzerindeki gözlemleriyle bazı sorunların nedenlerinin tanrısal olmayabileceğini ileri sürmesi dönemin bağnaz güçlerince suçlandı, etki altında kalan padişahın buyruğuyla bir süre hapsedildiği, çağdaşı olan aydın müderrislerin ağırlıklarını koymalarıyla bağışlanıp görevle Sivrihisar’a gönderildiği yazılıdır; II. Bayezit’in tahta çıkması üzerine (1841) Edirne’deki müderrislik görevine gönderildiği bilinir. Zamanın isteklerine uyarak şiirler de yazmışsa da bu ürünleriyle aranmaz. Bilimsel diye nitelenen ürünleri de Arapçadır. Tazarûnnâme (Yakarış Kitabı) adlı düzyazı (mensur) eseri ise divan inşâsına giden süslü, gösterişli seci denen uyaklarla uyumlu özel bir özenle yazılmıştır. Yine din-tasavvuf konusunda Risale-i-Ahlâk (Ahlâk Kitabı) Tezkeretü’l-Evliya (Erenler Derlemesi). Maarif nâme Tezarrûnâme ise günümüz diline aktarıldı.

5.SALTUKNAME
Saltukname13. yüzyıl alp-erenlerinden olan ve Rumeli’nin Türkleşmesinde büyük rolü bulunan Sarı Saltuk'un efsanevi hayatını anlatan Anadolu Türk destanlarından biridir. Eserde, Sarı Saltuk'un menkıbelerinin yanı sıra, dönemin önemli kişilerinin menkıbeleri ve bu kişilerin Sarı Saltuk ile olan münasebetleri de anlatılmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder