Urfalı Şair Nâbi
2.NEF'İ
Nef'î, 17. yüzyıl Türk şâirlerindendir. Kasidede gerçek bir varlık göstermiş ve gerek kendi zamanında, gerekse sonraki yüzyıllarda kaside yazan bütün şairlere etki etmiştir.
Asıl adı Ömer olan Nef'i 1572 yılında Erzurum'un Hasankale'sinde doğdu. Bundan dolayı devrin kaynakları Nef'i'den Erzenü'r-Rumî diye söz ederler. Babası ülkesinin efradından Sipahi Mehmed Bey diye anılan bir kişidir. Daha küçük yaşlardan itibaren güçlü bir eğitim gördü. Öğrenimini Hasankale'de başlamış, sonra Erzurum'a gelerek devam ettirmiştir. Burada Türk edebiyatının ünlü eserlerini okudu, Arapça ve Farsça öğrendi. Nef'i Erzurum'da öğrenimini sürdürürken genç yaşında şiir yazmaya da başlamıştır. İlk mahlası Zarrî "zararlı"dır. 1585 Erzurum defterdarı olan Gelibolulu Müverrih Ali, şiirlerini görmüş, beğenmiş ve bu genç şaire Nef'i "nafi, yararlı" mahlasını vermiştir.
Padişah I. Ahmet zamanında İstanbul'a geldi. Devlet hizmetine girdi ve bir süre farklı memurluklarda çalıştı. Daha sonraları II. Osman ve IV. Murad dönemlerinde yıldızı parladı ve sarayla yakın bir ilişki kurdu. Hicviyeleri ile bilinen Nef'î yazdığı hicivlerle dönemin birçok isminin nefretini ve öfkesini üstüne çekti. Kendisi de şair olan Şeyhülislam Yahya Efendi Nef'i yi öven ancak içeriğinde Nef'i ye kâfir diyen bir kıt'a söylemiştir.
KASİDE
NESİB
Esdi nesîm- i nev-bahâr açıldı güller subh-dem Açsın bizim de gönlümüz sâkî meded sun câm- ı Cem Erdi yine ürd-i behişt oldu hevâ anber-sirişt Âlem behişt-ender-behişt her gûse bir Bâğ- ı İrem Gül devri ayş eyyâmıdur zevk u safâ hengâmıdur Âşıkların bayrâmıdur bu mevsîm-i ferhûnde-dem Dönsün yine peymâneler olsun tehî hum-hâneler Raks eylesün mestâneler mutrıblar itdükçe nagâm Yâr ola câm- ı Cem ola böyle dem-i hurrem ola Ârif odur bu dem ola ays u tarabla muğtenem Zevkı o rind eyler tamâm kim tuta mest ü şâd-kâm Bir elde câm-ı lâle-fâm bir elde zülf-i hâm-be-hâm Biz âşık-ı âzâdeyiz ammâ esîr-i bâdeyiz Âlüfteyiz dil-dâdeyiz bizden dirîğ etme kerem Bir câm sun Allâh içün bir kâse de ol mâh içün Tâ medh- i şâhen-şâh içün alam ele levh u kalem Sultân Murâd-ı kâm-rân efser-dih ü kişver-sitân Hem pâdişâh hem Kahramân sâhib-kırân-ı Cem-haşem Şâhâne-meşreb Cem gibi sâhib-kıran Rüstem gibi Hem Îsî-i Meryem gibi ehl-i dil ü ferhûnde-dem Dünyâ ve mâfîhâ nedür cennet olursa yâ nedür Lutf eylemek zîrâ nedür yanında bir nakd ü selem Gâhî ki ol şîr-i yele hışm ile tîğ alur ele Olur cihân pür-zelzele basdukca meydâna kadem Sen bir şeh-i zî-şansın şâhen-şeh-i devrânsın Yânî ki sen Hâkânsın devrinde ben Hâkânîyem Sözde nazîr olmaz bana ger olsa âlem bir yana Pür-tumturâk u hos-edâ ne Hâfızam ne Muhteşem Nef'î yeter dâvâyı ko dünyâ ile gavgâyı ko Eflâke istiğnâyı ko hâke yüzün sür lâ-cerem Kaldır elin eyle duâ buldu kasîden intihâ Şimdi duâ etmek sana hem müstehâbdır hem ehem Tâ kim cihân mâmûr ola geh emn ü geh pür-şûr ola İkbâl ile mesrûr ola ol Husrev-i vâlâ-himem
3.GEVHERİ
Gevheri, hayatı hakkında pek fazla bilgi olmayan, aruz ve hece ölçüsü ile şiirler yazan Türk şair. Önceleri asıl adının "Mustafa" olduğu sanılırken, sonradan bir şiirindeki "Bir kemter kulundur Garip Mehemmed"] dizesinden adının "Mustafa" değil. "Mehmed" olduğu ileri sürülmüştür. 1700 yılında ölen ozan ve hattat Bahri Paşa'nın divan kâtipliğini yaptığı da biliniyor.Onun, İstanbul ve Bursa’daki divan katipliklerini, imparatorluğun diğer büyük memleketlerinde de kısa aralıklarla yürüttüğüne bakılırsa medrese tahsili gördüğü anlaşılmaktadır. Aruz ile yazdığı şiirlerindeki söyleyiş de bunun başka bir delildir. Ölümü 1127/1715 ‘ten sonradır.
KOŞMA
Sözün bilmez bazı nadan elinden Erkan ağlar usul ağlar yol ağlar Bülbülün feryadı gonca gülünden Bülbül ağlar gülşen ağlar gül ağlar
Her kaçan cuş edip çağlasa seller Açılır laleler sümbüller güller Davlumbaz çalınır çalkanır göller Şahin ağlar turna ağlar tel ağlar
İyi ile konuş olasın iyi Öter defler gibi sinemin neyi Bu çarkın elinden el-aman deyi Geda ağlar sultan ağlar kul ağlar
Kamil olanların bellidir yeri Yoluna koyarlar can ile seri Hakk'ın didarını görelden beri Gökler ağlar derya ağlar sel ağlar
Gevheri der dertli gönlümüz hasta Sözünü beğendir illere dosta Kimi abdal olup girmiştir posta Hırka ağlar hem post ağlar çul ağlar
4.KARACAOĞLAN
Karacaoğlan'ın şiirleri aşk ve doğa üzerinde kuruludur. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm en çok değindiği konulardır. Duygularını, yaşadıklarını, düşüncelerini içten, gerçekçi ve özgün bir şiir yapısı içinde anlatır. Karacaoğlan, Türk aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirdi. Doğa benzetmelerini sık sık kullanır. Çok yalın ve temiz bir Türkçe kullanır. Kendisinden sonra gelen birçok ozanı derinden etkiledi. Bu olumlu etkiler günümüz Türk şiirine kadar uzanır. Şiirlerini ilk kez Nüzhet Ergun derleyip yayınladı. Birçok şiiri bestelendi.
KOŞMA
Ala gözlüm ben bu elden gidersem
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla gözyaşını sil melil melil
Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni ağlatırsan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yar melil melil
Yekin ey sevdiğim sen seni gözet
Karayı bağla da beyazı çöz at
Doldur ver badeyi bir daha uzat
Ayrılık şerbetin ver melil melil
Karacaoğlan der ki ölüp ölünce
Ben de güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ile vasıl olunca
Dostlardan haberim al melil melil
5.AŞIK ÖMER
Âşık Ömer, Konya'nın Hadim ilçesinin Gezlevi (günümüzdeki adı Korualan'dır.) köyünde veya Kırım'ın Kezlev (Yevpatоriya) şehrinde 1620-1621-1651 yıllarında doğmuş olduğu rivayet edilen halk şairidir.Ölüm tarihi 1707 olarak rivayetlere geçmiştir.
KOŞMA
Çıktım yücesine seyran eyledim Yâr ile gezdim yollar perişan Firkat geldi bir ah çektim ağladım Bir ben değil cümle eller perişan
Aşkın zahmetinden yurt oldu dağlar Gurbet elde kalan ah çeker ağlar Döküldü yapraklar bozuldu bağlar Viran olan bağda güller perişan
Fenadır dünyanın ötesi fena Biz de eremiyok ezeliki güne Avcının elinden uçtu bir suna Suna' mı sarmayan kollar perişan
İndim gittim nazlı yârın iline Bülbül konmaz bahçesine gülüne Bayram gelsin kına yaksam eline Kınası olmadık eller perişan
Ömer eder böyle imiş yazımız Şu illerden gitmez oldu gözümüz Ulu meclislere ötmez sazımız Almaz perdeleri teller perişan
C)MENSUR ESERLER
1.KATİP ÇELEBİ
1609'da İstanbul'da doğdu. Babasının adı Abdullah’tır. Babası, Osmanlı devlet ve siyâset adamlarının yetiştirildiği Enderûn kurumunda eğitim görerek yetişmiş bir askerdir. Kâtip Çelebi'nin asıl adı Mustafa bin Abdullah'tır. Ordu kâtipliğinde bulunduğu için ulema ve halk arasında Kâtip Çelebi lakabı ile tanındı. Diğer lakabı ise Hacı Halife'dir. Hacca gittiği ve uzman memur (halife) olduğundan ötürü bu lakap ile de anılmıştır.
2.EVLİYA ÇELEBİ
Evliya Çelebi, (Osmanlı Türkçesi: اوليا چلبي) (d. 25 Mart 1611, İstanbul - ö. 1682, Mısır),17. yüzyılın önde gelen gezginlerindendir. Kırk yılı aşkın süreyle Osmanlı topraklarını gezmiş ve gördüklerini Seyahatnâme adlı eserinde toplamıştır.
3.NAİMA
Asıl adı Mustafa olup Osmanlı vak'anüvis ve tarihçileri arasında en ünlü kişidir. Babası, Halep eşrâfındandı. İlk öğrenimini doğduğu yer olan Halep'te tamamlayan Nâimâ, genç yaşta İstanbul'a gelerek 1682'de Saray-ı Atik Baltacılar Ocağına girdi. Küçüklüğünden beri okuyup yazmaya, özellikle tarihe ve edebiyata büyük merakı vardı. İstanbul'da Enderun'a devam etti. Ardından Dîvân-ı Hümâyûn kâtibi oldu. Bu görevi esnasında tarih incelemelerinde bulundu. Pırıl pırıl zekâsı, titiz çalışmasıyla kendini kısa zamanda gösteren Nâimâ, Kalaylı Koz Ahmet Paşa'nın Dîvân Efendiliğine yükseldi. Daha sonra ilim ve sanat adamlarını korumakla tanınmış Amcazade Hüseyin Paşa'nın hizmetine girdi. Edirne vakasından sonra ise Damat Hasan Paşa ve Damat Ali Paşa'ya yakınlaştı. Nâimâ; devlet görevinde, Anadolu başmuhasebeciliğine kadar yükseldi fakat haksızlığa karşı göz yummadığı ve devrin ileri gelenleri hakkında tenkit edici sözler söylediği için 1706 yılında Hanya'ya sürüldü. Eşinin talebi üzerine, sürgün yeri Bursa olarak değiştirildi. Sürgünde geçen koca bir yıl çekmediği çile kalmayan Nâimâ, nihayet Çorlulu Ali Paşa'nın izniyle İstanbul'a geldi. Tekrar devlet hizmetine alındı. Hattâ Çorlulu Ali Paşa, onun gönlünü almak için Mora seferine beraberinde götürdü. Ancak bu sefer sırasında da toksözlülüğünün cezasını çeken Nâimâ'ya bir kısım görevlerinden el çektirildi. Haksız ve yersiz muamelelere maruz kaldı.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder